Montag, 6. April 2009

Ney calinmaz, uflenir.

Yenice ney uflemeye basladim kendi kendime.Cok skntili bir surecin arkasindan bir anda ufleyiverdim, halbuki daha once ona uflemeyi denemistim cok olmasa da defaatle.Bir muddettir kendi kendime ilerlettim ama nota calmak gercekten uzmanla oluyor kendi basina olacak gibi degil.Belcika gibi bir yerde ve bu islerin arasinda bilmem bir zaman bulup da gecebilirsek bakalim ins niyetimize aldik.En azindan bize kendini acti ney...
Bunun icin istifade ettigim siteyi paylasayim istedim : www.neyforum.biz

Sonntag, 30. November 2008

Cömert Hâtem'in atıyla cennete doğru

Cömert Hâtem'in atıyla cennete doğru ----ALI URAL



Ağaçlar, renk renk keseler bırakıyor avuçlara. Irmaklar, her diyara hazineler taşıyor camdan develeriyle. Yaşlı hamallar gibi eğiliyor dağlar, dökmek için sırtlarındaki yükü. Güneş milyonlarca taç dağıtıyor krallığını bölüştürürken her sabah.

Çiçeklerde tatlı bir telaş, veballeri değil kokuları taşıyorlar boyunlara. Bulutlar ne zaman bir araya gelseler can damlaları düşüyor toprağa. Toprak mı? Çoğaltıyor neye dokunsa nefesi. Hangi tohumu misafir etse, uğurlarken kervanlar bağışlıyor. Yapraklar, yalnız hışırdamıyor ateşi yükseldikçe yerin, gölgeler örüyor tığlarıyla. Rüzgârlar, kerem ulakları evrenin, kâh nefes taşıyorlar terkilerinde kâh bulut. Kâh çil çil tohumlar uçuruyorlar çiçekten çiçeğe, kâh çilli çocukların uçurtmalarını tepeden yıldızlara. Ah yıldızlar gümüş paraları göğün yırtılan kesesinden saçılmış! Her gece bir lûtuf şöleni, her gece bir şehrayin! Bu ceylanlar mı kışı ısıtıyor gözleriyle? Bu kuşlar mı nota defterlerini saklamıyor güzden? Bu koyunlar mı süt nehirleri akıtıyor baharda? Bu atlar mı kan ter içinde her harman, her yaz doludizgin?

Bu atlar evet. Hâtem-i Tâî'nin atları bunlar. Cömertliğin atları. Hele içlerinde biri var ki, mücevheri sahranın. Daha mahfazasının kapağı aralanırken sızıyor ışığı. Göz açıp kapayıncaya kadar kat ediyor çölü. Toynaklarının değdiği yerden çiçekler fışkırıyor. Saf kan bir Arap atı, saf kan mutluluk Tay kabilesi için. Fakat Rum hükümdarı, sınamak istiyor keremini Hâtem'in. "Madem cömertmiş, isteyin gözünün nurunu!" Bir kış günü iniyor Rum misafirler çadıra. Hâtem, sevinçle sofrayı kurduruyor. "Şeref verdiniz!" Öyle güzel kokuyor ki et, kurtlar kuşlar çadırın etrafına doluşuyor. Konuklar neşeyle doyuruyorlar karınlarını. Tatlılar, meyveler alıyor sırayı, sonra altın keseleri, hediyeler. Uykuları gelince yataklar seriliyor atlastan, kuş tüyünden yastıklar konuyor başlarına. Sabah olduğunda heyet gitmek için izin istiyor. Fakat ricaları var. O meşhur atı, hediye edebilir mi kendilerine Hâtem. Gözünün nurunu bağışlar mı misafirlerine? "Ah neden daha önceden söylemediniz!" diye iç geçiriyor Hâtem-i Tâî. "Fırtına vardı geldiğinizde. Ondan başka hayvan yoktu çadırımızda. Ben o ışıktan atı sizlere kestim. Sofradaki kebap oydu!"

Meşin kaplı sözlükteki kelimeyse, "Cömert"di bu kez. Fars ilinden "cuvan-merd" olarak yola çıkmış, Türk iline geldiğinde "cömert" olmuştu. Âlicenaplık ve mertliğin kesiştiği her noktada bir yıldız doğuyordu. Bir kutup yıldızı yolda kalmışlara elini uzatan. Bir kader yıldızı İmam Şafiî'den şiirler okuyan: "Cömert olmazsanız başınızdan ne işler geçer/ Zira elleriniz/ Açılıp kapanmaya muktedirler...", "Bir dilenci gördüğünde saklanırken insanlar/ Rabbimden isteyenle, rabbimin arasında/Ne bir engel, ne de perde var...", "Verdiğini alırsın her hâlükârda/ Cömertlik,/ Kusur etmez sana ihsanda." Yalancı şairlerden değildi o söylediğiyle çelişen. İşte Sanâ'dan Mekke'ye gelirken yanında on bin dinarı vardı. "Mülk edinmek istersen yardımcı olalım!" dedi dostları Mekke'ye adım atmadan daha. İmamsa bir çadır kurdurdu şehrin ucunda. Paraları yığarak bir örtünün üzerine, avuç avuç dağıttı tükenene kadar dağ. Çok mu zengindi? Evet. "İyilik ve imandan yap sen hazineni" sözü ona aitti. Vefatı yaklaştığında "Falanca zata söyleyin, ben öldükten sonra o yıkasın beni!" demiş, çok geçmeden ayrılmıştı dünyadan. O zat ulaştığında eve borç defterini sordu İmam'ın. Yetmiş bin dirhem borcu vardı Şafiî'nin. Hepsini ödedi de tek tek, sırlı vasiyetin sahibi, şaşkın bakışlar arasında iç geçirdi: "O'nu yıkamam budur!"

Üç basamak adımlarını bekliyor; cömertlik budur. İlki "Sehâ" Elindekinin küçük bir kısmını verebilme yetisi. Yeti, evet. Zira vermek zor. İkinci basamak "Cûd", bu basamağa çıkanlar "az"ı kendilerine ayırıp "çok"u veriyor gözlerini kırpmadan. Hatırlarına gelir gelmez koşuyorlar değiştirmemek için fikirlerini. Üçüncü basamağa gelince, adı "Îsar". En zoru. Başkasını kendine tercih etmek, "vermek" için "mahrumiyet." Ah! Kays b. Sa'd hastalandı da arkadaşları gecikti ziyarette. "Sana borçları vardır, utançlarından gelemiyorlar," denilince, doğrulup yatağından "Dostların ziyaretine mani olan malı ne yapayım ben!" diye inledi. Bir tellal çıkardı şehre sonra. "Kimin Kays'a borcu varsa helaldir!" diye çınlattı sokakları. Akşam üstü hareketlendi evinin önü. Öyle çok ziyaretçi geldi ki, kapısının eşiği kırıldı.

Esirler arasında Hâtem-i Tâî'nin kızı da vardı. Kendini tanıtınca, "Hürsün!" dedi Hz. Peygamber. Cömertlik özgürlüktü çünkü. Nefsin vermesin diye ellere taktığı kelepçeyi parçalamak. Hâtem-i Taî'nin atı dirildi yeniden. Her cömerdi cennete taşımak istiyor. a.ural@zaman.com.tr

30 Kasım 2008, Pazar

ZAMAN Gazetesi nden alintidir.

Burada "Elhamdülillah" dersin, orada "Elhamdülillah" yersin...

Burada "Elhamdülillah" dersin, orada "Elhamdülillah" yersin...



"cenneti aletle yapmadılar, niyetten ubudiyetten yaptılar."-Mevlânâ

Önce "iş makineleri" göründü uzaktan. Yaklaştılar. Hayretle seyretmeye koyuldu onların o fısıltılı gelişlerini. Nefeslerden yapılmış şeffaf tekerlekleri üzerinde hışırtıyla ilerliyorlardı. Kepçelerinin keskin dişleri, iri parlak bıçakları katı sessizliği parçalamaya başladı. Çatır çatır söküp attılar vurdumduymazlığın boz bulanık çamurlarını. Temiz seslerin, tatlı nefeslerin eğesinde bilenmiş bıçakları gafletin kayalarına dokunur dokunmaz, hayretten kıvılcımlar çıkardılar. Cansızlığın taşları, nankörlüğün sağır kayaları yarıldı; bağırlarından bengisular fışkırmaya başladı.

Sonra, "makineler" tonlarca şükür ve sabrı karmaya başladılar. Sessizliğin dağıldığı, gafletin sökülüp atıldığı, nankörlüğün parça parça edildiği o cıvıltılı alana döküldü şükür-sabır çimentosu. Rahmet yağmurlarıyla yıkandı temel...

Temiz niyetler üzerine kuruldu bina... Duvarlar yükselmeye başladı hızla... Takvadan tuğlalar dizildi üst üste... Hüsranı dışarıda bıraktı, rahmeti içeride bıraktı duvarlar. Darlıklar dışarıda kaldı, genişliklere odalar açıldı takva takva üstüne kondukça.. Var edilen her şey, hayırla yâd edilen her dilber, hayranlıkla tanışılan her güzel, şükürle tadılan her nimet içeride kaldı.. Dışarıda şer.. Dışarıda hiçlik.. Dışarıda lüzumsuzluk. Dışarıda yalan. Dışarıda boş söz.. Dışarıda kaldı hüzün ve korkular... Hayranlık bahçeleri doluştu içeri.. Rahmet yağmurları indirildi tavandan içeri... Çiçeklerin hepsi içeride açtı. Rayihaların hepsi damlaya damlaya gül oldu. Dışarıda kaldı tüm çirkinlikler...

Kapılarını tekbirden çattılar odaların... "Allahüekber"in manası tel tel açıldıkça, içeri koşuştu izzetler, yücelikler, yakınlıklar. Zilletlerin üzerine kapandı kapılar. Alçaklıklar eşikten yüz geri etti. Aşağıların aşağılarını uzakta bıraktı kapılar... Gıybetlerin iğrenç kokuları erişemedi içeri. Riyaların çirkin yüzleri silindi uzaklarda.

Oda oda genişledi bina. Odalar odalara açıldı. Genişlediler.. Sonsuza doğru genişlediler... Sevdaların hepsini çevreledi duvarlar. Vedalara veda etti duvarlar. Fenanın soğuğu giremedi içeri. Hiçliğin berisinde, varlığın ortasında kuruldu çatısı binanın. Arttıkça artan mümin hayreti kadar yükseldi tavan. Göğe doğru yayıldı. Minnettarlığın sonsuz mavisinde kurulan gökler tavan oldu odaya. "Sübhanallah"tan avizeler indirildi odaların ortasına... Pırıl pırıl tenzih kristalleri uç uca dizildi avize diye. "Vechullah"ın tanıdık yüzü nur indi değdi her köşeye. Ünsiyet saçıldı zeminin her noktasına. Sonsuz yakınlıktan, ebedî mutluluktan ışıltılar süzüldü. Gölgeler ve ışıklar oynaşmaya başladı hoş sohbetten çatılmış sedirler üzerinde. Sıcacık dudaklara aşkla değmiş salâvatlardan güller açıldı odanın başköşesinde. Bülbül şakımalarından, seher vakti zikirlerinden aynalar dikildi duvarlara. Kıbleye döndükçe yeniden inşa edilen yüzünün nurunu seyre dalsın diye namaz ehli. Mahcup yüzlere serince değmiş gözyaşlarından havuzlar açıldı odanın göbeğine. Dünyaya uzak, ahirete yakın ağlayışlarıyla dinlensin diye kutlu misafir. Mahzun kalpleri yakıp kavurmuş tövbelerden pencereler açıldı Cemâlullah denizlerine. Kardeşlik hazzından, muhabbet tadından dokunmuş halılar serildi zemine. Ayaklarına sımsıcak vuslatlar değsin diye.. Sevinçli secdelerin billur sularından çeşmeler kuruldu gül bahçelerinin başına.

Nehirlerin çağıltısı duyuldu sonra. Hak adına susmuşluğun, gerçek hatırına küsmüşlüğün kuytularından kaynayan nehirler... Sabredenin ayakları altında akışmaya başladılar. Yetim başları okşamış elleri menekşe kokularıyla mayalandı. Kimselerin görmediği fukaraları gören mümin gözlerine vuslattan sürmeler çekildi. Uykusunu teheccüdlerle bozmuş âşıkların kirpik uçlarına ebedî sevinçler asıldı.

Meyveler geldi sonra.. En sonunda.. Rengârenk tebessüm çiçekleri arasından, cömertlikten eğilmiş dal uçlarından tazecik meyveler uzandı ellerine. Tanıdıktı meyveler. Öyle ki, hatırladığı şükür anlarının hepsi dilim dilim olmuştu meyvelerde. Hasretle aradığı eşsiz mutluluk anlarının çekirdeklerine sarılıydı meyveler. Tekrar tekrar yaşamak için can attığı doymuşluklarının bitmesin diye titizlendiği ilk lokma hazzının kabukları içindeydiler. Oruçlu ağzının hoş kokularıyla bezenmişti nimetler. "Elhamdülillah"ları tadındaydı hepsi... Sonsuz bir şimdinin tabağında, saf çocuk sevinçlerinin sepetleri içinde .. Meyveler, meyveler...

"Elhamdülillah"larını yemeye başladı mümin. Utangaç bir sevinçle. En Sevgili'nin elinden... s.demirci@zaman.com.tr


30 Kasım 2008, Pazar ZAMAN Gazetesi nin GENCLIK ekinden alinmistir.

Samstag, 29. November 2008

Kadraj

Amator bir fotografci iseniz diye basliyor biraz daha profesyonel cekim yapan fotograf severler :) ben de boyle espri yapmadan baslamak istemedim. Ilk ogrenilen seylerden biri KADRAJ ne demektir.Internette bir suru yazi var bunla alakali onlari anlatacak degilim. Bu manada MEHTAP TV bunyesinde yayinlanan bir programdan bahsedecegim iste konu o yuzden KADRAJ.

KADRAJ,fotograftan zevk almak istiyor biraz daha iyi is cikarmak istiyorsaniz kesinlikle ama kesinlikle takip etmeniz gereken bir program. Programi devamli izleyemeyenler icin kadrajtv.blogspot.com dan arsivi takip edebilirsiniz. MEHTAP TV yi boyle bir program hazirlattiklarindan dolayi tebrik etmek lazim.

Bir de fotografi izlemeyi sevenlerin takip edecegi bir teknik destek sitesi daha var ki ondan hic ayrilmamak lazim www.fotoatolye.tr.gg hazirlayan YUSUF KADRI SIRINKAN

Fotokritik

Kendisiyle fotograf makinesi ararken,acaba nereye basvurayim hangisini alayim diye internette gezinirken karsilastik. Baslangicta sevimsiz bir uyelik sitesi gibi gelmisti benim gibi her yere uye olmayi sevmeyen bir vatandas icin ama,sonrasinda hic de oyle olmadigini farkettim.

Site uyelige gore calisan,daha cok amator kullaniciya hitap eden,ama arastirdigim diger sitelere gore amator fotografcilara oldukca faydasi olabilecek bir site.Fotografi seviyorsaniz,bunu cazip bir hobi olarak devam ettiriyorsaniz tavsiye ederim.:) Uye olup 3 gune bir araliklarla fotograf yukluyorsunuz,mevcut kullanicilar da ona gore sizlere yorumlar yapip teknik acidan da sizin gelismenize yardimci olabiliyorlar.

Sitenin kendine ait handikaplari var elbet ama o da herhalde zaman meselesi.
www.fotokritik.com


(Ha bir de merak edenler icin site NOKTA internet islemleri diye bir sirkete baglanmis,daha oncesinde ise amator olarak calismaya baslamislar. Ben merak etmistim.)
Keyifli seyirler efendim...

Dienstag, 18. November 2008

VENEDIK

VENEDIK

Cok gezen mi bilir cok okuyan mi diye sormuslar ben diyorum gezerken okuyan herhalde en cok biliyor. Yollar insanin ufkunda yeni yeni menfezler aciyor kesinlikle.

Venedik...Senelerdir ismini duyup da merak ettigim mekanlardan bir tanesi idi. Tamamen turistik bir sehir haline donusmus Venedik. Nufusunda ciddi bir dusus oldugundan bahsediliyor.Gelir kaynaklari turizm ve genelde de yaslilar kalmis mekanda devamli yasiyan. Bana gore de cok gocebe idi insanlarin yasamlari gercekten de herkes sanki konup gocecekler onun yetistirmenin telasesi icinde idi sanki.
Venedik yurume alani en genis dunya ulkesi diye bahsediliyor yani baska bir vasita olasiligi yok, sehir sular altinda zaten kalan yerler de yuruyerek katediliyor.
a
Venedik tarihi uzerine cok yazmiyacagim acikcasi her yerde bulunabilir bakiniz Wikipedia :) Benim en cok dikkatimi ceken belki rutubetin de etkisi olabilir ama bakimsizlasmis Venedik. Yikilmaya yuz tutmus mekanlar cok idi. Tabi her yeri su olan bir memlekette tabiri caiz ise suyun icinde yuzen evlerin tamiri de cok kolay olmasa gerek elbette.
Dikkatimi ceken baska bir sey ise, Italyanlarin Turklere oldukca benzemeleri idi. Herhalde diyorum Akdeniz insani.:)
Foto albumunde oradan kareleri de paylasacagim ins.
Bugunluk bu kadar olsun bakalim gorusmek umidiyle.